20 Ocak 2014 Pazartesi

Tavafuk

Aklıma gelmiyor o eski sözcükler hep etrafımda olan birinin ihtiyacım olduğu zaman ortaklıktan kaybolması gibi. Etkilerden uzaktayım çünkü ayrıca duygu dolu değilim şu anda. Neden mi geldim buralara?-Yaz dedi içimden bir ses: güzel şeyler çıkacak bak göreceksin. Ona inandım;  hep öyle yapmışımdır zaten. Ve buldum kendimi bu kimselerin olmadığı yerde.

Aklıma aforizmalar geliyor sadece ama ben daha kapsamlı bir şeyler yazmanın peşindeyim. Doğrusunu isterseniz bloglarda özel konulardan bahsetmek beni kaygılandırıyor. Aslında önemli bir kişilik değilim hatta hiç bir işe yaramadığım bile söylenebilir. Neden bu durumu tehdit unsuru olarak algılıyorsam?-Bilmiyorum belki de biraz paranoyaklık vardır bende.

Tavafuk diye bir sözcüğün varlığından haberdar oldum bir kaç gün önce. Uyum içinde olmak demekmiş. Kendi gözlemlerimden çıkardığım bir sonuç vardı: iletişim içinde olduğum tüm insanlar benden birer parça taşır, kimisi benim gibi sessiz kimisi ile aynı dertten mustaripimdir. ''Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.'' sözü tavafuka inan bir insan tarafından söylenmiştir, buna eminim. Gerçekten de öyle, bir insan tanıyorsun başlangıçta aynı noktalarınız var, evet o aradığınız kişi: sizin dünyanızdan. Ama sonrasında sen yada o değişmeye başlıyor ve ardından ayrılık. Sevgili, arkadaş ya da eş fark etmez sürekli değişim halinde olanın,vedaları sık yaşayacağı aşikardır.

25 Aralık 2013 Çarşamba

2.Günlük

Bu nekahette sadece iki günlük tutmak istiyordum, nekahette miyim?-Onuda bilmiyorum; çünkü birinci günlüğümü tuttum, ikincisini yazmayı sabırsızlıkla ve ümitle bekledim; kendimce mutlu hayaller kurdum, yazacaklarımı tasarladım, geleceğimi düşündüm. Bu beklentiler içerisinde geçirdim bir aydan fazlasını. İlk başlarda tedirgin ve rahatsız edici bir halde değildim. Sonrasında aileme sürekli dert yanmaya başladım. Daha sonrasında ise, yani şu an hiç bir şeyi umursamıyorum. Diziler izliyor, kitaplar okuyorum. Okuduklarımda ve izlediklerim de insanın kendi varlığının sorumluluğunu üstlenememesini görüyorum. Bu durum karşısında öyle derin bir boşluğa düşüyorum ki kızacak birilerini arıyorum, bir suçlu görememek içimi sızlatıyor.

İnsan doğal yollarla meydana gelen kötü durumlardan daha çok yara almıyor; bu doğru. Ama şöyle bir sorun var: beş yaşındaki bir çocuğun babası kalp krizinden ölüyor, genetik bir hastalık nedeniyle bir kişinin organı alınıyor. Ve suçlayacak kimse yok, haksız çıkartılacak, lanet edilecek kimse yok... Yoksa gerçekten tanrıların hatalı olarak meydana getirip, sonradan terk ettiği bir dünya'da mı yaşıyoruz? Eğitim bilimleri, fen, sözel bilimleri, sistemler...geliştiriyoruz neden?-Herkes daha mutlu olsun diye. Peki, neden milyonlarca insan acı çekerek, hastalar parası olmadığı için ölüyor ve intiharlar neden hala devam ediyor; hemde değişen hiçbir şey olmamış gibi ? Bu sorunun cevabını elbette bulamıyorum. Ama bu tespitten yola çıkarak varacağınız bir çok sonuç olduğunu düşünmekteyim. İşte size çıkardığım sonuçlar: insan hayvan olmanın ötesine geçememiş durumda. Geliştirdikleri bilimleri yada icad ettiklerini, insanlığın gelişmesi olarak yorumluyorlar, bununla avunuyorlar. Ama bu insanlığın geliştiğini göstermez ki. Az önceki yazdıklarıma hanginiz itiraz edebilirsiniz, tespitim yanlış mı? İnsanlık mertebesi bilimlerin gelişmesi ve icatların bulunmasıyla yükselmez; bu ancak empatiyle sağlanabilir. İnsanlığın ilerlemesinin başlaması için tahminimce önümüzde bir yüzyıl var.

Empatiyi o kadar dar alanlarda kullanıyoruz ki. Tıpkı bana okulda öğretilen demokrasi gibi bu olguyu komik bulmama neden oluyor. 'Arkadaşlarınızla empati kurun.'' Neden sadece bana benzeyen kişilerle empati kuruyorum ki ? Ayrıca şurada da bir yanlış var: beyler, empati kendini kişinin yerine koymadır; fakat bunu yaparken sizin bazı düşüncelerden yani bencil düşüncelerinizden arınmanız gerekmez mi? Bir başkasının ruhunu anlamak için bu gereklidir; bu yüzden empati bir yetenektir. Yoksa yaptığınız: kendini onun yerine koymak olmaz;  bu, o durum karşısında ben kalsaydım ne yapardımdır. Ah sevgili dostlarım, bu basitleştirme bizi birer hayvan haline getiriyor. Yazar sadece bir kelimeden sayfalarca bahsederken normal insanlar kelimelerin anlamını bile açıklayamıyor. Hassas olmayı kötü bir şey sanmayın, güçsüzlük olarak hiç görmeyin; çünkü ben sadece buna güç derim. Hassaslık, hislilik... Tıpkı hassas bir terazi gibi her kelimenin tüm parçalarını dikkate almalıyız.

Az önce anlattığım dünya, yakın çekimde ele aldığım trajedidir. ''Hayat uzak çekimde komedi, yakın planda trajedidir.'' diyen Chaplin'in kafası çok karışmış olmalı. Şu uzak çekimdeki görüntüyü hiç kimsenin göremediğini varsayıyorum; çünkü bu imkansız. Kendisi de yaşadığı umutsuzluk sonucunda yaşananların, kendi boyutunun üstünde komedi olarak algılandığını umut ettiğine inanıyorum; bende böyle umut ediyorum doğrusu. Şöyle bir şeyden de yola çıkmış olabilir: hayatımızın en sinirli olduğumuz anlarını geçmişte bıraktığımızda ve ardından onları hatırladığımızda çok güleriz. Ama bu sinirlilik anları komediye dönüşen trajedi değildir; benim bildiğim trajedi gereksiz yere sinirlendiğimiz zamanlar değil çünkü. Sonuç olarak: hayat bir trajedidir dostlarım. Tanrıların terk ettiği bir dünya'da yaşanan trajediye hayat deriz. Hayattan söz ederken herkesin hüzünlendiğini sizde fark etmediniz mi ?

Ben bu terk edilmiş yerde bir yapay dünya olduğunu, yaşananlardan çıkarılan sonuçlar; olması gerekenler yada reddedetme, kabullenmeler üzerine mantıklı sözcüklerle inşa edilmiş, beni büyüleyen ve hiç sıkmayan bir yaşamın var olduğunu fark ettim: edebiyat. Bu durumu kelimelere dökemiyordum, düşüncelerimi açıklayan bir yazı gördüm sonrasında. Georg Lukacs haklıydı: ''Roman, tanrıların terk ettiği Dünya'nın epiğidir.''

16 Aralık 2013 Pazartesi

DUYGULAR

Sıkıldığımı söylüyorum etrafımdaki bir kaç insana; belkide haksızlık ederek. Sözlerimde bir umursamazlık belirtisi başladı bir kaç hafta önce, gördüğüm bir şeyin aklıma kazınması çok zor. Artık sadece bana bir şeyler hissettiren yerleri anımsıyorum, tasvirini yapabileceğim bir yüz göremiyorum.

Duyguların da tıpkı bir insan gibi doğduğu yerden etkilendiğini söyler :'' Honore De Balzac '' benim umudum başkasınınkinden daha hüzünlü ve daha uzun yaşayan cinsten olabilir. Bu doğduğu yerin doğasına bağlıdır; ne kadar zor şartlarda dünya'ya gelmişse  o kadar güçlüdür. Bir hedefe doğru yürüyorsam çoğunlukta bu ben değilim, içimdeki yaşayan o duygudur ve beni etrafımdaki insanlara deli olarak göstermesini sağlayacak derecede kayıtsızlaştırabilir. Bu duygu: aşk, sevgi, inanç... olabilir.

İçimde yeşeren duyguların ne olduğunu henüz bilememekteyim; fakat çok zor anlar yaşadığımın farkındayım. Bu sıralar hissettiğim en derin duygu: yalnızlık; bunca acının eğitimi içinde birde farklı türde olan bir yalnızlığın doğması beni ürkütüyor. Serbest kalabilsem ve istediğim her şeye ulaşabilsem bu duyguyu öldürebilirim. Belkide o yalnızık içimde doğan bir duygu değilde acının beraberinde getirmiş olduğu bir kısmıdır; doğacak olan başka bir duygudur diye ümit ediyorum.

10 Aralık 2013 Salı

BAŞLANGIÇ

Hayata açım, bilgiye susuz. Akıp giderken zaman gelişi güzel öylece bakmamalıyım yaşananlara. Sırtımdaki yükleri bırakmak için bir köşe ararken yola devam edemediğimi anlamalıyım artık. Birileri benden o yükleri bir yere götürmemi istiyordur. Belkide bundandır henüz uygun bir yer bulamamam. Kaybolmaktan korkardım öncelerinde yani özgür olamamaktan. Özgürlüğün tanımını bilmiyormuşum meğer. Yaptığım sıralı eylemlerin bir sisteme dönüştüğünü, benimde buna göre hareket etmemi özgürlük sanıyormuşum. Veda ettim parçalarıma. Acıydı doğrusu, sancılıydı o günler. Sonrasında...

16 Kasım 2013 Cumartesi

Ben Rahat Uyuyorum

Çok zor bir dönemden geçiyoruz, çoğu kişinin kör olduğu, gözü açık olanların ise, hasta olduğu bir dönemden. Hakikatin bulanıklaşması ve itibarsızlaşmasına yarayacak sayısız materyalin bulunduğu bir zamanda yaşıyoruz. Ve sonucunda vermiş olduğumuz emekleri hiçe sayıp, boş sohbetler ediyor ve gereksiz işlerle uğraşıyoruz.

Dün uykudan kalktığımda ''Gerçeği kimse değiştiremez!'' diye haykırdım. O kadar özlemle doluyum ki iyi olanın bilindiği ve taktir edildiği yaşama. İnsanın hiç bir değeri yokmuş meğer sizlere göre. Önemli olan sadece başarıdır diyenler, bizim değerlerimizin üzerinde bir yapının olduğunu unutmayın. Gerçek hep orada kalacaktır. Ve bizleri hiç bir zaman anlayamayacaksınız, o turkuaz rengini, hissedemeyeceksiniz! Ben rahat uyuyorum.

6 Haziran 2013 Perşembe

Ellerimi Yıkamalıyım

Ellerimi yıkamalıyım. Kabullenmeliyim gitmem gerektiğimi bu yalan, anlamsız yerden. Sana borcum var belki de. Bilmiyorum ne dersin ben bulacağım gerçeği; yani ben, ben olmaktan çıkıp, arındırıp kendimi sadece bir gaye olacağım. Böyle hatırlanmak ister mi bilmiyorum başarmış her kişi ama böyle hatırlıyorum ben. Uzmanlaşmak derdim değil, sadece yapmam gereken anlatmak hakikati dürüstçe. Geçmişin sancısı ağır, ruhumun bağırışları hala kesilmiyor onu susturamıyorum artık, o da buradan gitmek istiyor.

Devam etmeyecekmiş gibi gelir bize güzel bulduğumuz bir şarkı, devam etmesin isteriz belkide ondandır onu yalnız bırakmamız, sevmemiz. Geleceğe gönderilmiş bir mektup olmak ne kadar kıymetlidir bilmiyorum ama benim değerlerim içerisinde kıymetliyse ne önemi var ki... Kendi dünyam olsun bu denli geniş bakamayayım, bu denli yorumsuz kalmasın hiçbir şey. Devamı gelir yarınların,şarkıların; geleceğe bir not bırakmak ister her iyi insan yada iyileşmiş insan. Çirkinliği ve kötülüğü kim hazmedebilir ki ? Hangi deniz ister bir gıdım kirlilik olsun suyunda? Bunun içindir çabalarımız, kaygılarımız ve karamsarlığımız; inanmak isteriz.

26 Mayıs 2013 Pazar

Niye Uyumuyorum Gecenin Bu Saatinde Ben

Niye uyumuyorum diyordum bende kendi kendime. Niye uyumuyorum acaba? Yarın sabah 7 de kalkamam gerektiği halde. Bir şey unutmuştum sanki. Düşünmeden oturdum bilgisayarın başına; bir saat boyunca televizyonda oyalandıktan sonra. Şimdi yazmaya başlıyorum ve kaderi gerçekleştiriyorum.

En çok kızdığım insanlar, hani şöyle laflar edenler vardır ya ''hayat sen üzgün olsan da geçecek üzgün olmasan da hayattan tat almaya bak.'' İşte o kişilere sinirleniyorum. Bu sözler belki de pes etmişliğin bir getirisidir; ama ne olursa olsun bunu söylemek yanlıştır. Çünkü hayat hiç bir zaman iyi bir yer olmayacak, her zaman iyileştirmek zorunda kalacağız. Bunu yapabilmek için çoğu zaman farkında olmak gerekir; ben kötü bir şeyler sezinlediğin de gülen insan hiç görmedim ya da mutlu olan, herkes bir yol aramaya koyulur o vakit.

Doğa'nın kuralları. Eskiden doğa deyince aklımda şöyle ılık rüzgarlı bir hava, çimenler ve temiz bir ortam aklıma geliyordu; aklıma artık sadece bir yargıç  geliyor. İnsan doğanın bir parçası ama beyni değil. Biz kendi vücudumuzu yaralayan asalaklarız. Bunu yapıyoruz ve bunun sonucunda cezalandırılıyoruz fakat cezayı Doğa'ya ihanet edenler değil, bazı etkilerle cahil bırakılmış insanlar çekiyor. Bu durum benim içimi sızlatıyor; Yani bir insanın başka bir insanı sınıflandırması, cezalandırması kısacası kullanması. Bunu insan üstü hiç bir varlık yapamamalı. Bilmiyorum belki çoğu kişi farkındadır kendimizin Nietzsche'nin dediği gibi bir yanına insan diğer yanına tanrı diyoruz. Bu sözün eş değer tanımını şöyle yapıyorum; bir yanımız dürtüsellikten diğer yanımız ise, sadece yorumdan ibarettir. Yorum insanın tam olarak olmasa da yapabildiği kendine özgü tek eylemidir. Dünya'daki yönetenlere, zulmedenlere, ihanet edenlere durum çok açıksa çoğu kişi üzülmez fakat onlarında yapabileceği hiçbir şey yoktu, salt gerekeni yapıyorlardı. Onların yorumlarını okuduğuzda bir saçmalık, bayağılaşmış bir basitlik göreceksiniz. Eylemler her zaman bir insanın yorumlarından daha üst tutulur bunun nedeni eylemlerin insanların  gözünde daha anlaşılmaya yatkın olmasıdır. Bu yolla insan şu şekilde düşünür; bunları yapabiliyorsa düşünceleri çok mühim olmalı.

Bitirmeden önce şu duruma da açıklık getireyim. Yorumlarda, insanın kaderi dışında olan bir şey değildir, dile getirilmeleri bakımından kendilerine özgüdür sadece. Kaderi etkilemede insanlar yorumları bakımından da işlevsizdir çünkü daha önce de belirttiğim gibi yorumları yaşadıkları durumlarla parelellik gösterir.